Fransa'Ya Laikliği Kim Getirdi ?

Mustafa

Global Mod
Global Mod
Fransa'ya Laikliği Kim Getirdi?

Fransa'nın laiklik anlayışı, günümüz Batı toplumlarında temel bir ilkedir. Ancak, Fransa'ya laikliğin nasıl geldiği, bu sistemin hangi gelişmelerle ortaya çıktığı, tarihsel açıdan oldukça önemli bir sorudur. Fransa’daki laiklik sistemi, esas olarak 1905 yılında kabul edilen Laiklik Yasası ile şekillenmiştir. Ancak bu yasaya giden yol, yüzyıllar süren bir tarihsel süreç ve bir dizi toplumsal, kültürel değişimin sonucudur.

Laiklik Nedir?

Laiklik, devletin din işlerinden bağımsızlığını ve dini inançların, devletin yürütme, yasama ve yargı organlarıyla bir ilişkisi olmamasını ifade eden bir ilkedir. Bu ilkelerin en belirgin biçimi, devletin dini bir inancı veya dini kurumu tanımaması ve halkın dini inançlarını serbestçe ifade etmesine izin vermesidir. Fransa, bu ilkenin en güçlü şekilde benimsenip uygulandığı ülkelerden biridir.

Fransa'da Laikliğin Tarihsel Arka Planı

Fransa’da laikliğin temelleri, dinin siyasi ve toplumsal yaşam üzerindeki etkisinin giderek azalması sürecinde atılmaya başlanmıştır. Bu süreç, özellikle Orta Çağ'ın sonlarına doğru, Hristiyanlık ve Katolik Kilisesi'nin toplumsal hayatta çok güçlü bir rol oynamasından kaynaklanmıştı. Ancak Rönesans, Aydınlanma ve Fransız Devrimi gibi önemli tarihsel olaylar, Fransa'da dini etkilerin zayıflamasına ve laiklik anlayışının gelişmesine zemin hazırlamıştır.

Fransız Devrimi ve Laiklik

Fransız Devrimi, 1789 yılında başlamış ve özellikle Fransız toplumunun feodal düzeninden koparak modern bir cumhuriyetin temellerini atmasına yol açmıştır. Bu süreç, kilisenin devlet üzerindeki etkisinin büyük ölçüde ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır. Devrim, aynı zamanda bireysel özgürlüklerin, eşitliğin ve laikliğin güçlendiği bir dönem olarak kayda geçmiştir.

Devrimle birlikte, Katolik Kilisesi'nin sahip olduğu topraklar kamulaştırılmış, kilise ve devlet arasındaki sıkı ilişki sona erdirilmiştir. Kilisenin vergi muafiyetleri kaldırılmış, dinsel öğretiler devletin eğitim sisteminden çıkarılmıştır. Fransız Devrimi, dini özgürlüklerin genişletilmesi gerektiği anlayışını benimseyerek laikliğe doğru büyük bir adım atmıştır.

Napolyon ve Laiklik

Fransız Devrimi sonrası, Napolyon Bonapart’ın iktidara gelmesiyle Fransa'da devlet ve din ilişkisi yeniden şekillendi. Napolyon, 1801’de Papa ile yaptığı Konkordato anlaşmasıyla, Katolikliği Fransa'nın “çoğunluk dini” olarak kabul etti ve kiliseyle devlet arasındaki ilişkiyi yeniden düzenledi. Ancak bu durum, Fransa'da tam anlamıyla laik bir devlet yapısının oluşmasına engel olmamıştır. Napolyon dönemi, laiklik ile dinsel özgürlüklerin bir arada var olabileceği bir modelin temelini atmıştır.

Laiklik ve Eğitim Reformları

Fransa'da laikliğin tam anlamıyla yerleşmesi, eğitimdeki reformlarla paralel bir şekilde ilerlemiştir. 19. yüzyılda, özellikle Jules Ferry'nin eğitim reformları, laik eğitim anlayışının ülke genelinde yayılmasına katkı sağlamıştır. 1882’de Jules Ferry tarafından uygulamaya konan eğitim yasaları, okullarda din derslerinin kaldırılmasını ve eğitimde dini etkilerin ortadan kaldırılmasını amaçlamıştır.

Ferry'nin yasaları, okul sisteminde tam anlamıyla laik bir yapının kurulmasını sağlamıştır. Bu yasalar, devlet okullarında dinin öğretilemeyeceğini, okullarda dinin devlet işlerine karışamayacağını açıkça belirtmiştir.

1905 Laiklik Yasası ve Fransa'nın Tam Laikleşmesi

Fransa'da laikliğin yasalarla kesin olarak yerleşmesinin dönüm noktası ise 1905 yılında kabul edilen Laiklik Yasası olmuştur. Bu yasa, devletin din işlerinden tamamen ayrılmasını ve dini kurumların devletle hiçbir ilişki kuramamasını öngörmüştür. Bu yasa, aynı zamanda dinin devletin eğitim ve hukuk sisteminde etkili olmamasını sağlamıştır.

1905 Laiklik Yasası'nın kabulü, Fransa'nın toplumsal yapısında önemli bir değişim yaratmıştır. Katolik Kilisesi, bu yasayı bir tehdit olarak görmüş ve karşı çıkmıştır. Ancak, yasadaki prensipler, Fransa'nın modern laik yapısının temelini atmıştır. Laiklik Yasası ile birlikte, devletin dinle ilgili herhangi bir müdahalede bulunmaması gerektiği ilkesi kabul edilmiş, dinin devlet işlerinden bağımsız bir şekilde varlığını sürdürmesi sağlanmıştır.

Fransa'da Laikliğin Günümüzdeki Durumu

Günümüzde Fransa, laikliği temel bir ilke olarak kabul eden bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürmektedir. Bu ilke, sadece devletin ve dini kurumların ilişkisini değil, aynı zamanda bireylerin özgürlüklerini de güvence altına alır. Fransa'da dinin devlet işlerinden ayrılması, aynı zamanda dini inançlar ve ifadelerin serbestçe yaşanabilmesini sağlamıştır.

Fransa'da laiklik, sadece Katolik dini için değil, diğer dinler için de geçerli bir ilkedir. Fransa'da, dinin devlet işlerine müdahale etmesinin engellenmesi ve devletin dini herhangi bir biçimde desteklememesi, toplumda farklı inançların bir arada yaşamasına olanak sağlamaktadır.

Fransa'da Laikliğe Karşı Görüşler

Her ne kadar Fransa'da laiklik, toplumsal barış ve özgürlük açısından önemli bir ilkedir, bununla birlikte, laiklik anlayışına karşı farklı görüşler de bulunmaktadır. Özellikle, son yıllarda, artan göçmen nüfusu ve farklı dini inançlara sahip insanların Fransa'ya yerleşmesiyle, laiklik ilkesine karşı bazı eleştiriler dile getirilmiştir.

Bazı kesimler, laikliğin, özellikle İslam gibi dini inançların toplumda daha belirgin hale gelmesiyle birlikte, dışlayıcı ve ayrımcı bir hal aldığını savunmaktadır. Bu görüş, laikliğin özgürlükçü anlamının zedelenebileceğine dair endişeler taşımaktadır. Ancak, Fransa'nın resmi tutumu, laikliğin her bireyin dini inançlarını özgürce yaşaması ve devletin her türlü dini etkiden uzak durması gerektiği yönündedir.

Sonuç

Fransa'ya laikliği getiren en önemli tarihsel figürlerden biri, Fransız Devrimi'nin ardında yatan reformist düşünceleri temsil eden devrimciler ve düşünürlerdir. Ancak, laikliğin tam anlamıyla yasalarla güvence altına alınması, 1905’te kabul edilen Laiklik Yasası ile mümkün olmuştur. Bu yasa, Fransa'da dinin devlet işlerinden ve toplumsal yaşamdan ayrılmasını sağlayarak, modern laik bir toplumun temellerini atmıştır. Laiklik, günümüzde Fransa'nın en temel ilkelerinden biri olarak varlığını sürdürmekte, ülkenin demokratik yapısının korunmasına katkı sağlamaktadır.